Delil Yasakları
GİRİŞ
Ceza yargılamasında amaç maddi gerçeğe ulaşmak olduğundan, delil
serbestisi ve vicdani delil sistemi kabul edilmiştir. Buna göre bir ceza
davasında kural olarak her şey delil olabilmektedir ve elde edilen delilleri
hakim vicdani kanaatine göre takdir edecektir. Ceza muhakemesinin maddi gerçeğe
ulaşma amacına ulaşma yolunda temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilmemesi için
bir takım sınırlamalar tesis edilmiştir. Bu sınırlamalardan birisi de delil
yasakları müessesesidir.
Delil yasakları kurumu ile önümüze hukuka aykırı deliller sorunu ortaya çıkmaktadır. Bu konu, temel hak ve özgürlüklere doğrudan müdahale edilmesinin gündeme geldiği ceza muhakemesi hukuku bakımından daha da çok önem taşımakta ve yoğun biçimde tartışılmakta, sorunu çözmeye çalışan birçok çözüm önerisi dile getirilmektedir.
I.
BÖLÜM
KAVRAM VE TANIMLAR
1. CEZA MUHAKEMESİNİN AMACI
Ceza
muhakemesin amacı maddi gerçeğin araştırılıp bulunmasıdır. Ancak bu yapılırken
insanlık onuru, hukukun ve ceza muhakemesi hukukunun temel ilkeleri daima göz
önünde bulundurulacaktır.[1]
Ceza muhakemesinde maddi gerçeğin ortaya çıkarılması önemlidir. Çünkü faillerin
cezasız kalmaları toplum düzeni ve kamu otoritesi için daha da önemlidir.
Ancak, suçu işlemeyenlerin cezalandırılmaları ise, işleyenlerin cezasız
kalmaları kadar, hatta ondan daha fazla, hukuki düzeni ve barışı bozma
açısından sakıncalıdır.[2]
Her
ne kadar ceza muhakemesinin amacı maddi gerçeğin ortaya çıkarılması olsa da,
maddi gerçek ne pahasına olursa olsun bulunmalıdır anlayışı hiçbir hukuk
devletinde yoktur. Maddi gerçek araştırılırken insan hakları ihlallerine yol
açmadan adaletin gerçekleştirilmesi ve hukuki barışın sağlanması hususu göz
ardı edilmemelidir.[3]
Maddi gerçeğe, hukuk kuralları içinde kalınarak ulaşılmaya çalışılmalıdır. Bu
nedenle, çalışmamızın da konusunu oluşturan delil elde etme ve hukuka aykırı
olarak elde edilen delillerin değerlendirilmesi konusunda Ceza Muhakemesi
Kanunu’nda (CMK) çeşitli sınırlamalar ve yasaklar getirilmiştir.
2. DELİL KAVRAMI
Delil
(kanıt/ispat vasıtası), ceza
uyuşmazlığının konusu olan olayı temsil eden, olayın mahkeme önünde
canlandırılmasına yarayan araçtır.[4] Yani
maddi gerçeğe ulaşmak için başvurulan araçlar delil olarak adlandırılmaktadır.
Daha
önce bahsedildiği üzere ceza muhakemesinin amacı maddi gerçeğin
araştırılmasıdır. Bu nedenle de ceza muhakemesinde her şey delildir; başka bir
ifade ile delil serbestisi ilkesi
geçerlidir. Kısacası, fiilin fail tarafından işlendiği veya işlenmediği
konusunda, yargılamama makamının tam bir kanaate ulaşmasını sağlayan ve hukuk
düzenince kabul edilen vasıtaların tümü delil olarak adlandırılmaktadır.[5]
3. DELİL YASAKLARI KAVRAMI
Daha
önce ceza muhakemesinin amacı ve delil kavramı konuları açıklarken, maddi
gerçeğe ulaşma yolunda delil serbestisi ilkesinin geçerli olduğunu, bu yolda
hukuk düzenince kabul edilen tüm vasıtaların delil olarak kullanılabileceğini,
maddi gerçeğim sınırsız bir biçimde araştırılmasının pek çok kişisel ve
toplumsal değerleri tahrip edeceğini ifade etmiştik. Bu kapsamda ceza
muhakemesi sistemi, maddi gerçeğin araştırılmasına delil yasakları adı verilen
bazı sınırlamalar getirerek anılan kişisel ve toplumsal değerleri koruma altına
almaya çalışmıştır. Hukuk devleti esaslarına uygun bir ceza muhakemesinde delil
elde edilmesi ve değerlendirilmesi işlemlerine getirilen sınırlamalara delil
yasakları denmektedir.[6]
Ceza
Muhakemesi Kanunu’nda maddi gerçeğin ne pahasına olursa olsun araştırılacağı
kuralı geçerli olmadığı, bunun anayasa, uluslararası sözleşme ve başta CMK
olmak üzere kanunla bazı sınırlarının bulunduğu kabul edilmektedir. Bu anlamda
delil yasakları, maddi gerçeğin araştırılması ilkesinin sınırını
oluşturmaktadır.[7]
Yani ceza muhakemesinde delil serbestisi ilkesi mutlak olarak uygulama alanı
bulamayacak ve sınırlarını delil yasakları kavramı belirleyecektir.
İspata
elverişli veriler insan onuruna zarar vermek veya tehlikeye sokulmak suretiyle
elde edilmişse, bunlar değerlendirilemeyecektir. Maddi gerçeğin araştırılması,
bununla bağlantılı, ilgili kişinin kişilik haklarının ihlaline izin
vermemektedir.[8]
Aksi halde insan hak ve hürriyetleri bahane edilerek ve önemli olanın gerçeğe
ulaşmak olduğu söylenerek bazı hukuka aykırı delilleri yargılamada
kullanılabilir hale getirmek, esasında hukuku ve insan hak ve hürriyetlerini
çiğnemekten başka bir anlam taşımayacaktır.[9]
İşte bu gerçeğin işlerlik kazanmasını sağlayan mekanizma delil yasakları olarak
adlandırılmaktadır.
Delil
yasakları, sanığın ceza muhakemesinin bir objesi değil, aksine süjesi olduğunu
garanti eden, sanık haklarını koruyan ve muhakemenin dürüst bir şekilde
yapılmasını sağlayan bir niteliğe sahiptirler. Ceza muhakemesinin hukuka uygun
bir şekilde gerçekleştirilmesinde, delil yasakları önemli bir fonksiyon icra
etmektedir.[10]
4. HUKUKA AYKIRILIK ve KANUNA
AYKIRILIK AYRIMI
Öncelikle
söz konusu kavramlara yer veren mevzuat hükümlerine göz atmakta fayda vardır.
CMK m.217/2’de ‘’Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü
delille ispat edilebilir’’ denilirken; Anayasa m.38/6’da ‘’ Kanuna aykırı
olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez.’’ denilmektedir.
Ceza
Muhakemesi Kanunu m.217/2’nin mefhumu muhalifinden hukuka aykırılık kavramına ulaşmaktayız.
Yani hukuka aykırı şekilde elde edilen deliller ceza muhakemesinde
kullanılamayacaktır. Peki hukuka aykırılık kavramından anlamamız gereken nedir?
Bu soruya AYM’ nin bir kararında şu şekilde cevap
verilmiştir; ‘’ …Türk hukukunda "hukuka aykırılık"tan ne kastedildiği
ise gerek hukuk uygulamasında gerekse doktrinde üzerinde tartışma olmayan bir
konudur. Türk hukuk sisteminde hukuka aykırılık, gerek yazılı pozitif hukuk
metinlerine gerekse hukukun evrensel uygulamaya kavuşmuş ilkelerine aykırılık
anlamına gelir.
Hukuka aykırılık en başta milli hukuk sistemimiz içinde
yürürlükteki tüm hukuk kurallarına aykırılık anlamına gelir. Bu çerçeve içinde,
anayasaya, usulüne uygun olarak kabul edilmiş uluslararası sözleşmelere,
kanunlara, kanun hükmünde kararnamelere, tüzüklere, yönetmeliklere, içtihadı
birleştirme kararlarına ve teamül hukukuna aykırı uygulamaların tümü hukuka
aykırılık kavramı içinde yer alır.
Bunun dışında, hukuk sistemimiz, hukukun genel ilkeleri adı
verilen ve uygar dünyanın tüm medeni ülkelerinde uygulanan kuralları da hukuk
kuralı olarak kabul etmektedir. Hukukun genel ilkelerinin neler olduğu
konusunda bir belirsizlik olsa da, hukukun genel ilkelerinin hukuki
bağlayıcılığı bulunduğu gerek uygulamada gerekse doktrinde tartışmasız olarak
kabul edilmektedir. Anayasa Mahkememiz de birçok kararında, hukukun genel
ilkelerinin varlığını kabul etmenin hukuk devletinin gereklerinden biri
olduğunu ve bu ilkelerin yasa koyucu tarafından dahi yok edilemeyeceğini hükme
bağlamıştır (örneğin bkz. E. 1985/31. K. 1986/1, KT. 17.3.1986, Anayasa
Mahkemesi Kararlar Dergisi, S. 22. s. 115). Anayasa Mahkemesi'nin bu görüşleri
çerçevesinde hukukun genel ilkeleri, yasalardan, hatta Anayasa'nın
değiştirilebilir hükümlerinden de üstün bir konuma getirilmiştir. Gerçekten de,
bir anayasa hükmünü ve yasayı değiştirme gücüne sahip yasa koyucu hukukun genel
ilkelerini yok etmeye yönelik bir yasama tasarrufunda bulunamaz.
Özet olarak, Türk hukuk sisteminde "hukuka aykırı
şekilde" elde edilen deliller hiçbir şekilde kullanılamaz. Hukuka
aykırılıktan kasıt ise tüm pozitif hukuk kuralları ile birlikte hukukun kabul
edilmiş evrensel ilkelerine aykırılıktır. Bu anlamıyla "hukuka aykırı
şekilde elde edilen deliller", "yasal olmayan yöntemlerle elde edilen
deliller" kavramından yani "yasa dışılıktan" da geniş bir
içeriğe sahiptir.’’[11] Görüleceği üzere AYM söz
konusu kararı ile iki kavram arasındaki ayrımı ortaya koymuştur.
Hukuka aykırılık, hukuk kelimesinden de anlaşılacağı gibi,
haklara aykırılık demektir. Bu haklar, hukuk devleti ilkesine göre hazırlanmış,
anayasa, uluslararası anlaşmalar ve bunlara uygun olarak çıkartılmış olan
kanunlarda düzenlenen haklardır. O halde hak ihlali yoksa, hukuka aykırılıktan
da söz edilmez. Öyleyse hukuka aykırılık kavramı ile kanuna aykırılık kavramı
birbiri ile karıştırılmamalıdır.[12]
Kanunumuz hukuka aykırılık kavramını kullandığından, sadece
kanuna değil, hukuka aykırı, yani özellikle evrensel hukuk normlarına aykırı
deliller de ceza muhakemesinde kullanılamayacaktır. Söz konusu iki kavramı birbirine
karıştırmamak gerektiği gibi, her kanuna aykırılığı hukuka aykırılık olarak da
algılamamak gerekir. Çünkü kanuna aykırı bir yöntemle elde edilen bir delil,
kanun yasakladığı için delil ve ispat yasağı içinde görülebilirse de, bunun
aynı zamanda hukuka aykırı olabilmesi için, o ilgili kanuni düzenlemenin hukuka
da uygun olması gerekir. Yani her kanuni düzenlemenin hukuka uygun olduğunu
söylemek mümkün değildir. Zira aksi yaklaşım kanunların anayasa ve uluslararası
sözleşmelere aykırılık değerlendirmesini inkar etmek, kuramsal olarak kanun ile
hukuku birbirine karıştırmak ve kanuni düzenlemeyi hukukun kaynağı görmek gibi
hatalı bir yaklaşımdır.[13]
Delillerin kanuna aykırılığından sadece kanun isimli
pozitif bir tasarruf akla gelir. Oysa hukuka aykırılık yazılı veya yazısız tüm
normları ve mahkeme içtihatlarını da kapsar.[14]
Sonuç olarak iki kavramı birbirinden ayıran nokta, hak
ihlalinin ve pozitif düzenlemelerin dışında evrensel ve uluslar üstü düzeyde
bir aykırılığın mevcut olup olmadığı hususudur. Evet, pozitif düzenlemelere
aykırılık kanuna aykırılık sonucu doğurabilir. Fakat hukuka aykırılığın
mevcudiyeti için de aykırılık sonucu korunan bir hakkın ihlali gerekmektedir.
Ayrıca hukuka aykırılık sadece pozitif hukuk normlarına değil, aynı zamanda
temek hak ve hürriyetlere ilişkin uluslararası hukuk ilkelerine de aykırılığı
kapsar. Bu nedenle hukuka aykırılık kanuna aykırılığı kapsayıcı mahiyette üst
bir kavramdır.
II.
BÖLÜM
GENEL OLARAK DELİL YASAKLARI
1. DELİL YASAKLARININ SINIFLANDIRILMASI[15]
1.1. İkame Yasakları
(Delil Elde Etme Yasakları)
1.1.1. Delil
Konusu Yasakları
Konusu bakımından yasaklanmış deliller, devletin kovuşturma
organlarını sınırlayan hükümlerdir. Her gerçeğin açıklanmasında kamu yararı söz
konusu olmayabilir. Bu nedenle bazı delillerin konuları nedeniyle kullanılması
yasaklanmıştır.[16]
Örneğin, CMK m.125 uyarınca hapis cezasının alt sınırı 5 yıldan az olan suçlar
bakımından, içeriği devlet sırrı niteliğindeki belgeler bir suç olgusuna
ilişkin bilgiler içerse dahi delil olarak kullanılamaz.
Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği m.24 ve
CMK m.148/5’e göre, şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin
alınması ihtiyacı ortaya çıktığında, bu işlem ancak Cumhuriyet savcısı
tarafından yapılabilir. Bu husus bakımından kolluğa delil konusu yönüyle bir
kısıtlama getirilmiştir.
1.1.2 Delil Aracı
Yasakları
Delil aracı yasakları, delile ulaşma amacıyla kullanılan
araç ve aracıların mahiyeti gereği getirilen kısıtlamaları ifade eder. Örneğin,
tanıklıktan veya yeminden çekinme hakkını kullanmış bulunanların hukuka aykırı
bir şekilde tanık olarak dinlenmesi(CMK m.45,46); kışkırtıcı ajanın delil elde
etmede kullanılması yasaktır. Bu yasaklara aykırı olarak elde edilen deliller
ceza muhakemesinde kullanılamaz.[17]
1.1.3. Delil
Metodu (Elde Edilmesi) Yasakları
Delil elde edilmesi sırasında uygulanan hukuka aykırılık
elde edilen delili de hukuka aykırı hale getirecektir. Örneğin, yasak ifade ve
sorgu yöntemleri kullanılarak ifade alınması, Türk Ceza Kanunu m.94-96
kapsamında delil elde edilmesi; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi m.3, İnsan
Hakları Evrensel Bildirgesi m.5 ve İşkenceye Karşı Avrupa ve Birleşmiş
Milletler Sözleşmeleri hükümlerine aykırı olarak elde edilen deliller hukuka
aykırı olacak ve ceza muhakemesinde delil olarak kullanılamayacaktır.
1.2. Değerlendirme
Yasakları
Bir delilin hukuka aykırı elde edilip edilmediği incelemesi
yapıldıktan sonra, sıra bu delilin hukuka aykırı elde edilmiş ise ceza
muhakemesinde kullanılıp kullanılamayacağı tartışmasına gelir.
Ceza muhakemesinde “delil serbestisi” ilkesi geçerlidir, bu ilke hukuka
uygun olmak koşuluyla, hakimin delilleri serbestçe değerlendirmesini ifade
etmektedir. Hukuka uygun elde edilen deliller serbestçe değerlendirilirken,
hukuka aykırı yoldan elde edilen delillerin değerlendirilmesi bakımından
Anayasa’da ve CMK’da çeşitli sınırlamalar getirilmiştir.
Ceza Muhakemesi Kanunu m.217/2’de,
“Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat
edilebilir.” şeklinde hüküm
kurularak, yüklenen suçun yalnızca hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş
delillerle ispat edileceği düzenlenmiştir. Yani CMK bu hüküm ile mutlak bir
değerlendirme yasağı ihdas etmiştir.
Anayasa m.38’de ise; “Kanuna aykırı olarak elde edilmiş
bulgular, delil olarak kabul edilemez.” şeklindeki
düzenlemeyle de kanuna aykırı delillerin değerlendirmeye alınmayacağı ifade
edilmiştir. CMK’da ‘’hukuka uygun elde edilmiş delil’’ denilirken; Anayasa’da
‘’kanuna aykırı elde edilmiş delil’’ denilmektedir. Anayasa’ya göre, artık
delilin hukuka uygun olarak mı değil; kanuna uygun olarak mı elde edildiğine
bakılacaktır. Hak ihlallerine yol açmayan en küçük bir aykırılık, elde edilen
delili kullanılamaz hale sokacaktır. Burada uygun olan düzenlemenin CMK m.217/2
olduğu açıktır.[18]
Bu durumda karşımıza şöyle bir soru çıkmaktadır. Delil elde
edilişindeki her türlü hukuka aykırılık delili geçersiz hale getirir mi?
Getirmez ise, hangi hukuka aykırılık halleri delilin kullanılmasına,
değerlendirilmesine mani olur? Bu soruya, hukuka aykırı elde edilen delillerin
değerlendirilmesi teorileri başlığı altında cevap verilmeye çalışılacaktır.
2. HUKUKA AYKIRI ELDE EDİLEN DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ
TEORİLERİ
Yasak yollarla edinilen delillerin değeri konusunda birçok
yaklaşım öne sürülmüş ve buna bağlı olarak da birçok farklı uygulama ortaya
çıkmıştır. Burada maddi gerçeğin ortaya çıkarılması ile bireysel hak ve
özgürlüklerin korunması hususunda bir çatışma söz konusudur. Bu konuyla ilgili
teoride genel olarak üç çeşit yaklaşım bulunmaktadır.
2.1 Mutlak Kabul
Yaklaşımı
Mutlak kabul yaklaşımı, hukuka aykırı elde edilen
delillerin akıbeti konusunda kabul edilen en eski görüştür. Bu yaklaşımı haklı
çıkarmak için bir takım gerekçeler ileri sürülmüştür. İlk argüman, ceza
muhakemesinin tek amacının maddi gerçeğe ulaşmak olduğu ve delilin nasıl elde
edildiğine bakılmaksızın ilgili ve faydalı tüm delillerin kabul edilmesi
gerektiğidir. İkinci gerekçe, ceza muhakemesinin konusunun suçun işlenip
işlenmediğinin araştırılmasıyla sınırlı olduğu ve delillerin nasıl elde
edildiğinin ikincil bir uyuşmazlık teşkil ettiğidir. Son gerekçe ise,
suçluların cezalandırılmasındaki kamu menfaatinin diğer bütün menfaatlerin
önüne geçtiği ve bunun da toplumda suç olgusunu azaltacağı düşüncesidir.[19]
Özünde, nasıl elde edilmiş olursa olsun her türlü bulgunun
delil olarak değerlendirilebilmesi düşüncesi var olan bu yaklaşım, özgürlükçü
yaklaşımların etkisiyle yıkılıp, insan haklarının egemen olması anlayışına
yerini bırakmıştır.[20]
2.2. Mutlak
Değerlendirme Yasağı
Mutlak değerlendirme yasağı, hukuka aykırı olarak elde
edilen delillerin hiçbir şekilde hükme esas alınmamasını ifade eder. Bu yaklaşıma
göre, ceza muhakemesinde delil elde etme yöntemlerini yasa koyucu belirler ve
bu kurallara aykırı olarak her türlü delil yargılama faaliyetlerinde
kullanılamaz. Bu yaklaşımı destekleyen birçok alt teori geliştirilmiş olup,
hepsinin ortak amacı yasak delillerin kullanılmasını engellemektir.[21]
‘’Kişisel hak teorisi’’ne göre, değerlendirme dışında tutma
hakkı, sanığın sübjektif anayasal haklarından biridir. Hukuka aykırı eylemlerde
bulunduğu isnat edilen sanığa/şüpheliye karşı yine hukuka aykırı yollarla elde
edilen delillerin kullanılması kişinin anayasal haklarının ihlali anlamına
gelir. ‘’Güvenilmezlik teorisi’’ne göre ise, hukuka aykırı delilin
güvenilirliği yoktur ve güvenilmez olan bir delile dayanılarak verilen hüküm de
güvenilir olmaz. Bu nedenle hukuka aykırı elde edilen delillerin
değerlendirilmemesi gerekir. Güvenilir olmayan delillere dayanılarak mahkumiyet
kararı verilmemesi, sanığın adil yargılanma hakkının gereğidir. Hatalı
mahkumiyet kararı vermemek için güvenilir olmayan deliller hükme esas
alınmamalıdır. ‘’Koruma teorisi’’ne göre de; değerlendirme yasağı, yalnızca
sanığın haklarını koruma gayesi güden kuraların ihlalinin sonucu olarak elde
edilen delili kapsar. Buna göre, ihlalin sanığın hukuki durumuna etki edip
etmediğine göre değerlendirme yapılacaktır.[22]
2.3. Esnek
Yaklaşım ya da Nispi Değerlendirme Yasağı Teorisi
Alman hukuku kökenli bir görüş olup, delilin elde edilmesi
sırasında ihlal edilen hak/çıkar ile delilin hukuka aykırı olmasından dolayı
kabul edilmemesi halinde ihlal edilecek hak/çıkar arasında orantılı bir
değerlendirme yapılmasını ifade eder. Yalnızca somut olayda kişinin ihlal
edilen hakkının, devletin suçların cezalandırılmasına dair çıkarından üstün
olması halinde hukuka aykırı delil değerlendirme dışı tutulmaktadır.[23]
Bu yaklaşıma göre,
hukuka aykırı deliller konusunda yargılamayı gerçekleştiren hakim, takdir
yetkisine sahip olup, bu delilin değeri konusunda somut olayda adalete ve
hakkaniyete göre karar verecektir. Hakim her davada yarışan menfaatleri göz
önünde tutmak suretiyle bu iki alternatif görüş arasında bir yol seçip hüküm
tesis edecektir. Bu yaklaşım hakime açıkça takdir hakkı tanımaktadır.[24]
Sanığın hakları hukuka
aykırı elde edilen delil nedeniyle önemli bir şekilde ihlal edilmiş ise, söz
konusu delilin değerlendirmeye alınmaması gerekmekte olup, sanığın ihlal edilen
hakları tali derecede kalmakta yahut ihlal sanığın hakları açısından önem
taşımıyor ise hukuka aykırı elde edilen delil ceza muhakemesinde
kullanılabilecektir.[25]
Bu görüş mutlak
yasaklarla hakimi kısıtlamak yerine, bulgunun delil niteliğinin takdirini
hakime bırakmıştır. Bu yaklaşım ile mutlak değerlendirme yasağının edinilen
delilin kullanılmaması; mutlak kabul yaklaşımın ise, delil elde etme uğruna her
türlü temel hak ve özgürlükleri ihlal etme tehlikesinin önüne geçilmesi imkanı
ortaya çıkacaktır.
2.4.
Mukayeseli Hukukta Soruna Yaklaşım
Amerikan
hukukunda,
genel olarak mutlak değerlendirme yasağının benimsendiğini ve hukuka aykırı
elde edilen delillerin mutlaka değerlendirme dışında tutulduğunu söylemek
mümkündür. Amerikan ceza muhakemesinde mutlak değerlendirme yasağı uzun süredir
uygulanmaktadır. Değerlendirme yasağının ilk kabul edildiği davada, Amerikan
Yüksek Mahkemesi, sanığın aleyhine kullanılan ve makul şüphe üzerine yapılmayan
arama ve el koyma sonucu elde edilen evrakların delil olarak
kullanılamayacağına karar verdi. Değerlendirme yasağının gerekçesi ise Anayasa
tarafından sağlanan korumaya dayandırıldı. Amerikan ceza muhakemesinde, bir
ihlalin söz konusu olması halinde delilin değerlendirme dışı tutulması gerekir.
Bu hususta hakime takdir yetkisi tanınmamıştır.[26]
İngiliz
hukukunda,
hukuka aykırı elde edilen delillerin değerlendirilip değerlendirilmeyeceği
hususunda esnek yaklaşım benimsenmiştir. Polis ve Ceza Delil Yasası m.78,
hukuka aykırı elde edilen delillerin hepsini reddetme ile elde edilen
delillerin tümünü kabul etme arasında, değerlendirme yasağı için hakime takdir
yetkisi tanımıştır.[27] Örneğin sanığa susma hakkı öğretilmemiş
ise, hakim dava konusu olayın özelliklerini göz önünde tutarak, dürüst
yargılama kuralları çerçevesinde bir değerlendirme yapar ve delili hüküm tesis
ederken ya kullanır ya da kullanmaz.[28]
Alman
hukukunda,
prensip olarak mutlak değerlendirme yasağı benimsenmiştir. Alman Ceza
Muhakemesi Kanunu hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen ifadeler (yasak sorgu
yöntemleri) bakımından mutlak değerlendirme yasağı öngörmektedir. [29]
Alman doktrini, yasak
sorgu yöntemleri dışındaki hukuka aykırı elde edilen delillerin
değerlendirilmesi sorununu ‘sanık hakları teorisi’ çerçevesinde
çözümlemektedir. Alman mahkemeleri ‘delilin elde edilmesi ile gerçekleşen
kanuna aykırılığın sanığın haklarını ne ölçüde ihlal ettiğine’ bakarlar.
Sanığın hakları önemli bir şekilde ihlal edilmiş ise hukuka aykırı delil
kullanılamaz. Buna karşın, yapılan ihlal ikinci derecede kalmakta ya da sanığın
hakları bakımından hiçbir önem taşımamakta ise hukuka aykırı olmasına rağmen,
delil hüküm verilirken kullanılır. Değerlendirmede ihlal edilen normun kimin
yararına konulduğu hususu önem arz eder. Alman hukukunda meydana gelen
gelişmeler neticesinde ortaya çıkan uygulama şu şekildedir: her somut olayda
mahkeme bir değerlendirme yapacak ve delil elde etmeyi kısıtlayan hükmün
korumayı amaçladığı hukuki menfaat ile fiilin aydınlatılmasındaki toplumun
menfaatini karşılaştıracaktır.[30] Bu kapsamda, Alman hukukunda mutlak
değerlendirme yasağı ve esnek yaklaşımın karma şekilde uygulandığını söylemek
mümkündür.
2.5
Türk Hukukunda Durum
Hukukumuzdaki durumu
ortaya koyabilmek için öncelikle mevzuat hükümlerini inceleyip, akabinde konuya
ilişkin doktrindeki görüşlere yer verelim.
1992 yılında 3842
sayılı yasa ile 1412 sayılı Ceza Muhakemesi Usul Kanunu’nda yapılan değişiklik
sonucu, kanunumuza değerlendirme yasağını düzenleyen iki hüküm girmiştir.
CMUK’a eklenen ve ‘yasak sorgu yöntemleri’ başlığını taşıyan 135/a maddesi
şöyledir: ‘’İfade verenin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu
engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, zorla ilaç verme, yorma, aldatma,
bedensel cebir ve şiddette bulunma, bazı araçlar uygulama gibi iradeyi bozan
bedeni veya ruhi müdahaleler yapılamaz. Kanuna aykırı bir menfaat vaat
edilemez. yukarıdaki fıkralarda belirtilen yasak yöntemlerle elde edilen
ifadeler rıza olsa dahi delil olarak değerlendirilemez.’’ 5271 sayılı CMK
m.148’deki düzenleme ile 1412 sayılı CMUK m.135/a’daki düzenleme birbiri ile
büyük ölçüde örtüşmektedir.
Başka bir değerlendirme
yasağı ise, CMUK m.254/2 ile hukuk sistemimize girmiştir. Buna göre:
‘’Soruşturma ve kovuşturma organlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri
deliller hükme esas alınamaz.’’ Yürürlükteki CMK m.217/2’de ‘yüklenen suçun
hukuka uygun elde edilmiş deliller ile ispat edilebileceği’ hükmü yer
almaktadır. Bu düzenlemelere göre, CMUK uygulamasında hukuka aykırı deliller
soruşturma ve kovuşturma aşamasında yapılan bir takım işlemlerde( örneğin;
yakalama, tutuklama, el koyma, kamu davasının açılması) kullanılabilirdi, fakat
hükme esas alınamazdı. CMK uygulamasında ise, bu çarpıklığa son verilerek,
hukuka aykırı delillerin ispat faaliyetinin hiçbir aşamasında kullanılmaması
hüküm altına alınmıştır.[31]
Bu düzenlemelerin yanı
sıra CMK m.206/2.a ‘da, kanuna aykırı olarak elde edilen delillerin
reddolunacağı belirtildikten sonra, m.217/2 ‘de, isnat edilen suçun hukuka
uygun delillerle ispat edilebileceği gösterilmiştir. Ayrıca m.230/1.b ‘de,
hükmün gerekçesinde hukuka aykırı elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça
gösterilmesi gerektiği, m.289/1.i ‘de, hükmün hukuka aykırı elde edilmiş delile
dayanmasının hukuka kesin aykırılık teşkil edeceğini belirtilmiştir. Görüldüğü
üzere CMK sisteminde hukuka aykırı delillerin akıbeti, dosyaya sunulmasından
bozma aşamasına kadar açıkça tanzim edilmiştir.Söz konusu düzenlemelerin
Anayasa m.38/6 ile birlikte değerlendirilmesi sonucu, hukuk sistemimizde,
hukuka aykırı elde edilen delillerin mutlak değerlendirme yasağına tabi olduğu
ve yasa koyucunun tercihini bu yaklaşımdan yana kullandığını görülmektedir.
Doktrinde ise, hususen
CMK m.217 üzerinden farklı görüşler ortaya çıkmıştır.Bir görüşe göre, hukuka
aykırılıkta hak ihlali kriteri esas alınmıştır. Buna göre, herhangi bir hakkın
ihlal edilmediği durumlarda, basit şekli aykırılıkların varlığı nedeni ile elde
edilen delillerin değerlendirilmesinin önüne geçilmemelidir. Zira her şekli
aykırılık aynı zamanda hak ihlaline yol açar gibi bir yaklaşım kabul edilemez.
Gündüz yapılması gereken aramanın gece yapılması ya da arama işleminde iki
yerine bir işlem tanığının bulunması halinde şekli aykırılık vardır fakat
hiçbir hak ihlal edilmiş değildir. Sırf şekli aykırılıkların bozma nedeni
sayılması sonucunda; mağdurların öç alma yolunu tercih edebileceği, basit şekli
aykırılık yüzünden faillerin cezalandırılmamasının suçlulukla mücadeleyi
zorlaştıracağı, muhakemenin kilitlenmesine yol açacağı gibi problemler ortaya
çıkabilecektir.[32] Bu görüşün haklı gerekçeleri elbette
yadsınamaz fakat, özellikle ülkemizdeki gibi temel hak ve özgürlüklerin siyasi
ve idari yönetimin her an tehdidi altında olduğu hukuk sistemlerinde, bu tür
kanuna aykırılıklara kapı açılması halinde daha büyük hak ihlallerinin
yaşanması kaçınılmaz olacaktır. Bugün, ‘gündüz yapılacak aramayı gece yapsak ne
olur’ anlayışının yerini, yarın ‘iletişimin tespitini üç ay yerine dört ay
yapsak ne olur, hangi hak ihlal edilir’ anlayışının almayacağını kim garanti
edebilir? Bu nedenle şekli aykırılıkları hukuka uygun hale getirme çabasının
yerini, hukuka ve kanuna her hal ve şartta uyma çabasının alması gerekmektedir.
Başka bir görüş ise,
CMK m.148 ve 217 kapsamında ikili bir ayrıma gitmiştir. m.148 kapsamında olduğu
gibi açıkça yasaklanmış bir delilin mutlak olarak değerlendirme dışı kalacağını
belirtmekle birlikte, m.217 kapsamında hakime takdir yetkisi tanındığından
bahisle, hakimin yapılan delil elde etme işlemi ile sanığın temel haklarının
ihlal edilip edilmediğine bakması ve anayasal bir hak ihlal edilmiş olduğunu
saptadığında da; sanığın işlediği suçun
topluma vermiş olduğu zarar ile sanığın ihlal edilen hakkı nedeniyle
doğan toplumsal zararın mukayesesinin yapılması gerektiğini belirtmiştir. Eğer
sanığın topluma verdiği zarar daha büyük ise ve m.148 anlamında yasaklanmış bir
delil de söz konusu değil ise hakim hüküm verirken bu delili kullanabilecektir.
Bu görüş adil yargılanma ilkesi zedelenmediği müddetçe kanuna aykırı da olsa,
delilin kullanılabileceği görüşünü savunmaktadır.[33] Bu görüşte,
değerlendirme yasağı teorilerinden esnek yaklaşımın ve Alman hukukunda yapılan
mutlak ve nispi değerlendirme yasağı ayrımının hakim olduğu görülmektedir.
Diğer bir görüşe göre,
mutlak ve nispi değerlendirme yasağı ayrımı, hukukumuz açısından kabul edilemez
bir ayrımdır. Bu tür bir ayrım hem AY m.28, hem de CMK m.217/2’ye aykırılık
oluşturmaktadır. Hukuka aykırılık derecelendirilemeyeceği gibi, hiçbir gerekçe
kullanılmasını haklı gösteremez. Kaldı ki, AY ve CMK düzenlemesi çok açık olup,
hiçbir derece ya da koşul farkı gözetmeksizin, hukuk devletinin kendi koyduğu
kurala öncelikle kendisinin uymasını ve suçu aydınlatmayı hukuka aykırı
yollardan yapmamayı emretmektedir. Ayrıca CMK m.217/2 benzeri bir norm Alman
CMK’da bulunmamaktadır.[34]
Benzer yaklaşımda ki
bir görüşe göre, hukuka aykırı deliller konusunda Türk Hukuku’ nun düzenlediği
net hükümlere rağmen, mutlak-nispi delil yasağı ayrımına başvurmak suretiyle hukuka
aykırı delilleri yaşatmaya çalışıp yargılamada kullanmak, esas itibariyle maddi
hakikate ulaşmak uğruna, hukuka aykırı olsa da feda edilemeyecek önemi haiz
hukuka aykırı delilleri dikkate alarak, hukuka aykırı yoldan mahkumiyete
ulaşmanın ta kendisidir. Bu ayrıma gitmek, en başta hukuk devleti ilkesini ve
herhangi bir ayrım yapılmaksızın hukuka aykırı delillerin yargılamada
kullanılamayacağını öngören ve üst norm niteliği taşıyan AY m.38/6’yı ihlal
etmek demektir.[35]
Sonuç olarak, delil
değerlendirme yasaklarına ilişkin AY ve CMK’da yer alan hükümler son derece
açık ve sistematik olarak tanzim edilmiştir. Her ne kadar doktrindeki bazı
görüşler, şekli aykırılıklar sonucu elde edilen kanuna aykırı delillerin ispat
faaliyetinde kullanılabileceğini savunsa da, CMK m.206/2.a karşısında bu
durumun mümkün olmadığı kanaatindeyiz. Şöyle ki, m.206/2.a’ya göre kanuna
aykırı elde edilmiş deliller reddolunacaktır. Dolayısıyla hakimin hükme esas
alabileceği kanuna aykırı elde edilmiş bir delilin ispata yönelik tartışılmasının
önüne geçilecektir. Bu nedenle CMK sistematiğinde ilgili maddelerde ( m.217,
230, 289 gibi) hukuka aykırı elde edilen delil kavramı kullanılırken,
m.206/2.a’da özellikle kanuna aykırı elde edilen delil kavramı kullanılmıştır.
Böylelikle hak ihlaline neden olmaksızın kanuna şekli olarak aykırı davranarak
elde edilen kanuna aykırı delillerin hükme esas alınabilmesi bilinçli olarak
önlenmiştir. Ayrıca mutlak-nispi değerlendirme yasağı ayrımı da yerinde bir
yaklaşım değildir. Ceza muhakemesinin amacı her ne kadar maddi gerçeğe ulaşmak
olsa da; hukuk devleti ilkesi, insan onuru, temel hak ve özgürlükler gibi
kavramların bu uğurda feda edilmesi kesinlikle kabul edilemez. Hukuka aykırı
delil kullanımının yasaklanmasının amacı temel hak ve özgürlüklerin korunmasıdır.
Temel hak ve özgürlükler her birey için ayrı bir anlam ifade eder ve bu yönüyle
sübjektiftirler. Bu nedenle maddi gerçeğe ulaşma gayreti, toplumdaki fertlerin
sahip olduğu haklar üzerinde mukayese yaparak karar verme sonucunu
doğurmamalıdır.
3.
MUKAYESELİ HUKUKTA HUKUKA AYKIRI DELİLLER
Mukayeseli hukuka
baktığımızda Kıta Avrupası hukuk sistemi ve Anglo-Sakson hukuk sisteminin delil
yasaklarına yükledikleri anlam farklılığı göze çarpmaktadır. Delil yasakları
bizimde dahil olduğumuz Kıta Avrupasında
temel hak ve özgürlükleri koruma amacı güderken, Anglo-Sakson hukuk sisteminde kolluk güçlerini disiplin altına alma
amacı gütmektedir.[36] Bu
bağlamda Amerika Birleşik Devletleri’nde kolluğun aşırı güç kullandığı son
derece sert eylemlerinin cezai soruşturmalar ve tazminat davalarıyla
engellenmemesi nedeniyle bu şekilde elde edilen deliller değerlendirme dışı
tutulmaya başlanmıştır. Kıta Avrupa’sına bakıldığında ise şüpheli-sanık
haklarının ön plana çıktığı görülmektedir. Sistemin amacı kişilerin temel hak
ve özgürlüklerini korumaktır. Fransa’da delilin kabul
edilebilirliği açısından ileri sürülen koşullar; özel hayatın gizliliğine
gayrimeşru biçimde müdahalede bulunulmaması, devlet görevlilerinde
kışkırtıcılık yapılmaması ve nihayet savunma hakkına saygıdır. Bir diğer Avrupa
örneği olarak İsviçre’de de yasalar
tarafından açıkça yasaklanmış olanlar dışında, delillerin hukuka uygun olması
için hukukun genel ilkelerine ve insan
haysiyetine uygun olmasından söz edilmektedir.[37] Alman
hukuk sisteminde sanığın ifadesinin özgür iradesine dayanması gerektiği
belirtilmiş ve iradeyi bozan müdahaleler delil elde etmede yasaklanmıştır.
Sadece belli yöntemlerle delil elde edilmesi yasaklanmıştır. Delillerin diğer
elde edilme şekilleri açısından bir yasak yoktur. Delillerin elde edilmesi
sınıflandırılması konusunda delil konusu, elde etme yöntemi, delil aracı ve
kanunun öngördüğü usulle delil etme yolu izlenmiştir.[38]
4.
HUKUKA AYKIRI DELİLLERİN DOSYADAN ÇIKARTILMASI MESELESİ
Esasında AY m.38/6’da, kanuna aykırı elde edilmiş bulgular
delil olarak değerlendirilemeyeceği açıkça belirtilmiştir. Onun için
muhakemenin en başından itibaren dosyaya hukuka aykırı deliller giremeyecektir.
Velev ki muhakemenin herhangi bir aşamasında her nasılsa böyle bir delil
dosyaya girerse, bu durumda ne yapılması gerekir?
Yasal düzenlemelere baktığımızda bu vasıftaki delillerin
dosyaya girdikten sonra çıkarılmasının mümkün olmadığı gözükmektedir. Adli
Kolluk Yönetmeliği m.6/6’ya göre, adli kolluk bir delilin kanuna aykırı elde
edildiğini tespit ederse bunu fezlekeye geçirecektir. CMK m.170/5’e göre,
iddianamenin sonuç kısmında şüphelinin lehine olan hususlar da gösterilmelidir.
Hukuka aykırı delilin şüpheli yada sanık lehine olduğu düşünüldüğünde
iddianamede yer alması gerekeceği için dosyada bulunmuş olacaktır. Yine CMK
m.230/1.b’de, hükümde hukuka aykırı elde edilen delillerin açıkça gösterileceği
yer almaktadır. Görüldüğü üzere, hukuka aykırı delilin dosyaya girmesine mani
olunabilir, fakat dosyaya girdikten sonra çıkartılması mümkün değildir. Doğru
da değildir.[39]
Diğer bir görüşe göre, delilin, dosyayı daha sonra okuyacak
olan süjeleri tesir altında bırakmaması için, dosyadan tamamen çıkarılması
gerekir. Bir delilin kanuna aykırılığının ileri sürülebilmesi için, bu konuda
tali bir ceza davası açılabilmelidir. Fakat CMK m.289 hükmü karşısında hukuka
veya kanuna aykırı elde edilen delilin dosyadan çıkartılması mümkün değildir.[40]
CMK m.230 düzenlemesi karşısında yapılması olanaksız
olmakla birlikte, olması gereken hukuk kuralını ifade etmesi açısından
Yargıtay’ın hukuka aykırı delillerin dava dosyasından çıkarılması ile ilgili şu
kararı çok önemlidir: ‘’Hukuka aykırı olarak yapılan arama sonucu elde
edildiğinden dosyadan çıkarılması gereken yasak delile dayanılarak…sanık
hakkında mahkumiyet kararı verilmesi yasaya aykırıdır.’’( 7.CD., 13539/8098
sayılı, 20.06.2005 tarihli karar). Bu görüşe göre, hukuka aykırı delilin ceza
muhakemesinde kullanımı mutlak suretle engellenmesi gerekirken, vicdani kanıyı
etkileyecek hukuka aykırı delilin dosyada kalmasını savunmak kendi içinde bir
çelişkidir.[41]
III.
BÖLÜM
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU’NDA DELİL YASAKLARI
1. TEMEL DÜZENLEMELER
1.1. Aydınlatma
Yükümlülüğünün İhlali
Delil yasaklarına ilişkin getirilen temel düzenlemelerden
ilki aydınlatma yükümlülüğüne ilişkindir. CMK m.147’de ifade ve sorgunun
esasları belirtilmiştir. Buna göre, şüpheliye isnat edilen suç anlatılır ve
müdafi seçme hakkı bulunduğu, onun hukuki yardımından yararlanabileceği,
müdafiin ifade ve sorgusunda hazır bulunabileceği, müdafi seçemeyecek durumda
ise isteği halinde kendisine baro tarafından müdafi tayin edilebileceği, susma
hakkının bulunduğu, isnat edilen suçu bertaraf edebilecek delillerin toplanmasını
isteyebileceği, yakalandığını yakınlarına haber verebilme hakkının olduğu
anlatılmalıdır. Bu hüküm ile ifade alan veya sorguya çeken makamlara
şüpheliyi-sanığı aydınlatma yükümlülüğü getirilirken; şüpheli ya da sanığın
susma, müdafiden yararlanma, yakınlara bildirim, delillerin toplanmasını isteme
hakkı gibi bir takım hakları güvence altına alınmıştır.
Söz konusu bu
hakların kullanılabilmesi için, şüpheli ya da sanığa bildirilmesi gerekir. Bir
hakkın fiilen kullanılması, ancak onun bilinmesi ile mümkündür. Bilinmeyen
haklar, herhangi bir anlam ifade etmemektedir. İfade alma hususunda bu
bildirimin hangi aşamada yapılacağı sorununa CMK m.90/4 çözüm getirmiştir. Bu
hükme göre yakalanan kişiye hakları derhal bildirilecektir. Kanunda yer alan
hakların bildirimi, hem yakalama anında, hem de ifade alma sırasında
gerçekleştirilecektir. Bir başka deyişle, şüpheli kişi ile ilk temasa geçildiği
anda ve daha sonra ifade alma sırasında kendisine sahip olduğu haklar
bildirilmelidir.[42]
Ceza Muhakemesi Kanunu m.147’de sayılan yükümlülükler
yerine getirilmeksizin elde edilecek deliller, muhakemede kullanılması yasak
olan delillerden olacaktır. CMK m.148’den farklı olarak CMK m.147 hükmüne
aykırılığın sonuçları madde metninde ayrıca belirtilmediğinden, bu hüküm ile
CMK m.217/2’nin birlikte değerlendirilmesi gerekecektir.[43] Yani, aydınlatma
yükümlülüğüne riayet edilmeksizin elde edilen deliller hukuka aykırı olarak
elde edildiği için ispat faaliyetinde kullanılamayacaklardır.
1.2. Yasak Sorgu
Yöntemleri
Ceza Muhakemesi Kanunu m.148’e göre, şüphelinin ve sanığın
beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma,
işkence, ilaç verme, yorma, aldatma, cebir ve şiddette bulunma, bazı araçları
kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz; kanuna aykırı bir
menfaat vaat edilemez; bu suretle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi delil
olarak değerlendirilemez. Söz konusu maddede yasak sorgu yöntemleri tek tek
sayılmamış, belli başlı yasak sorgu yöntemleri örnek olarak belirtilmiştir.
Dolayısıyla, maddenin korumak istediği değer şüpheli ya da sanığın özgür
iradesi ve insan onurudur. Bu kapsamda insan haysiyeti ve kişilik değerine
yönelik her türlü davranışı yasak sorgu yöntemi olarak kabul etmek gerekir.[44]
Ceza
Muhakemesi Kanunu m.148 ile ifade alma ve sorguda, sanığın beyanının özgür
iradesine dayanacağı öngörülmektedir. Bu hükme göre, özgür iradeye dayanmayan
anlatım hiçbir surette ceza muhakemesinde, delil olarak kullanılamayacaktır.
Söz konusu maddede, önce kural konmuş, daha sonra bu kurala aykırılık durumunda
yaptırım açıkça gösterilmiştir.[45]
Sonuç olarak
yasak yöntemlerle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi delil olarak
değerlendirilemeyecektir. Görüldüğü gibi kanun koyucu, yasak sorgu yöntemleri
bakımından CMK m.217/2’ye müracaat edilmesine gerek olmadan, kanuna aykırı
suretle elde edilen delillerin ceza muhakemesinde kullanılamayacağını, hiçbir
yanlış anlamaya meydan vermeyecek şekilde düzenlemiştir.[46]
1.3. Değerlendirme
Yasakları
Delil elde etme hususunda kanunda belirtilen esaslara
riayet edilmeksizin elde edilen delillerin ceza muhakemesinde
kullanılamayacağına ilişkin Anayasa m.38/6 dışında CMK m.217/2’de başka bir
değerlendirme yasağı ihdas edilmiştir. Bu hususa ilişkin ayrıntılı açıklamaları,
yukarıda ‘Delil Yasakları’ başlığı altında yaptığımız için bu başlık altında
tekrardan bu hususlara değinilmeyecektir.
2. ÖZEL DÜZENLEMELER
1. Koruma
Tedbirleri
Ceza muhakemesinde maddi gerçeğe ulaşabilmek amacıyla
kullanılan araçlardan birisi de koruma tedbirleridir. Koruma tedbirleri bazı
temel hak ve özgürlüklere müdahaleye neden olan önlemler alınmasını
gerektirebilmektedir. Bu nedenle koruma tedbirlerine yasal bir dayanağın
varlığı halinde başvurulabilir. Delil yasakları ise delil serbestisi ilkesine
getirdiği sınırlamalar ile temel hak ve özgürlüklerin korunmasına hizmet
etmektedir. Bu nedenle koruma tedbirleri ve delil yasakları arasında önemli bir
bağlantı vardır. Bu bağlantının somut bir şekilde ortaya konulabilmesi için bu
bölümde bazı koruma tedbirlerini ele alacağız.
İletişimin
denetlenmesi CMK m.135’de düzenlenmiştir.
Madde metninde iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınmasının şartları
açık bir şekilde düzenlenmiştir. dinlenen sesin delil olarak kullanılabilmesi
için, dinlemenin kanun tarafından çizilmiş olan sınırlar dahilinde yapılmış
olması şarttır. Bu sınırlar aşılarak elde edilen bilgiler ceza muhakemesinde
delil olarak kullanılamaz.[47] Maddenin son fıkrası da
belirtilen usul ve esaslar haricinde iletişimin denetlenmesi işleminin
yapılamayacağını belirterek, aksi faaliyetlerin delil yasağına konu olacağına
işaret etmiştir.
Gizli
soruşturmacı görevlendirilmesi CMK’da yer
alan başka bir koruma tedbiridir. CMK 139/6’da yer alan, ‘’soruşturmacı görevlendirilmesi suretiyle elde edilen kişisel
bilgiler, görevlendirildiği ceza soruşturması ve kovuşturması dışında
kullanılamaz’’ hükmü ile, delil konusu yönünden bir delil yasağı ihdas
edilmiştir. Gizli soruşturmacının elde ettiği kişisel bilgiler sadece ilgili
soruşturma veya kovuşturmada delil olarak kullanılabilecektir. Diğer
soruşturma-kovuşturmalar açısından bu kişisel bilgiler konusu bakımından yasak
delil olarak ele alınacak ve muhakemede kullanılamayacaktır.
Teknik araçlarla
izleme (CMK m.140) açısından da benzer
yasaklar söz konusudur. Bu yolla elde edilen deliller yalnızca ilgili
soruşturma-kovuşturma kapsamında kullanılabilecektir. Ayrıca teknik araçlarla
izleme tedbiri CMK m.140/5’e göre, kişinin konutunda uygulanamayacaktır.
Koruma tedbirlerinden bir diğeri olan arama, suç delillerinin elde edilmesi, müsadereye tabi eşyanın
bulunması veya yakalama amacıyla yapılır.[48] Arama CMK m.116 ve
devamında düzenlenmiştir. Arama kapsamında kişinin üstü, eşyası, konutu, iş
yeri veya ona ait diğer yerlerde arama yapılabilir.
Hukuka uygun bir arama işleminden bahsedebilmek için, CMK’da
aramaya ilişkin hükümlere riayet edilerek yapılmış bir arama olması gerekir.
Örneğin; CMK m.118’e göre, gecikmesinde sakınca bulunan hal dışında gece arama
yapılamayacaktır. Yine aynı şekilde CMK m.119’a göre, Cumhuriyet Savcısı
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde arama izni verebilmektedir. Gecikmesinde
sakınca bulunmadığı halde, varmış gibi işlem yapılması sonucu elde edilen
bulgular hukuka aykırı delil mahiyetinde olacaktır. Yine CMK m.119’a göre,
arama esnasında Cumhuriyet Savcısı hazır olarak bulunmuyor ise, konut, iş yeri
veya diğer kapalı alanlarda aramanın icrası için o yer ihtiyar heyetinden veya
komşulardan iki kişinin bulundurulması gerekir. Aynı şekilde, CMK m.120’ye
göre, kişinin avukatının aramada hazır bulunmasına engel olunamaz. Bu hükümlere
aykırı olarak yapılan arama işlemi sonucu elde edilen deliller hukuka aykırı
delil mahiyetinde olacaktır. Yine avukat bürolarında yapılacak aramalarda
Cumhuriyet Savcısının ve baro başkanı ya da onu temsil edecek bir avukatın
bulunması elde edilen delillerin sıhhati açısından zaruridir.
El koyma işleminde de bir takım sınırlamalar söz konusudur. CMK
m.126’ya göre, şüpheli veya sanık ile tanıklıktan çekinebilecek kimseler
arasındaki mektuplara ve belgelere el konulamaz. Ancak bunun için bu mektup ve
belgelerin tanıklıktan çekinme hakkına sahip kimselerin nezdinde bulunması
aranmıştır. Başka kimselerin elinde bulunan mektup ve belgelere el
konulabilecektir. Kanun burada bir delil elde etme yasağı düzenlemiştir. Devlet
sırrı niteliğindeki belgelere de el konulması yasaklanmıştır. Yalnız belli
ağırlıktaki suçlarda ve CMK m.125’de belirtilen şartlarda ve biçimde belgenin
içeriği öğrenilebilecektir.
2. Diğer Özel
Düzenlemeler
Ceza Muhakemesi Kanununda koruma tedbirlerinin dışında yer
alan bazı özel düzenlemeler ile bir takım delil yasakları ihdas edilmiştir.
Şüpheli veya
sanığın beden muayenesi ve vücudundan örnek alınması hususu CMK m.75’de düzenlenmiştir ve hakim kararı ile
mümkündür. İç beden muayenesinin yapılabilmesi veya vücuttan biyolojik örnek
alınabilmesi üst sınırı iki yıl ve daha fazla hapis cezası olan suçlarda ve
sadece tabip veya sağlık mesleği mensubu kişiler tarafından yapılabilecektir.
Örneğin kolluğun hakim kararı olmasına rağmen şüpheliden saç örneği alması
halinde, bu örnek hukuka uygun elde edilmiş delil vasfına haiz olmayacaktır.
Yer gösterme
işlemi yaptırmaya yetkili kişinin
Cumhuriyet Savcısı olduğu CMK m.75’de belirtilmiştir. Fakat CMK m.250/1
kapsamına giren suçlarda kolluk amiri de yer gösterme işlemi yaptırabilir. CMK
m.250/1’de belirtilen suçların dışındaki suçlarda Cumhuriyet Savcısı dışında
kişilerin yer gösterme işlemi yaptırması hukuka aykırı olacaktır.
Tanıklıktan
çekinme hakkına sahip kişiler CMK m.45 ve
m.46’da sayılmıştır. CMK m.210’da ise, tanıklıktan çekinenlerin önceki
beyanlarının duruşmada okunamayacağı belirtilmiştir. Bu kapsamda tanıklıktan
çekinme hakkına sahip olanların tanıklıktan çekinmesi halinde önceki beyanları
muhakemede kullanılamayacaktır. Yine CMK m.45/3’e göre, tanıklıktan çekinme
hakkına sahip olanlara dinlenmeden önce tanıklıktan çekinebilecekleri hususu
bildirilmelidir. Bu hüküm ile tanık dinlemeye yetkili makamlara aydınlatma
yükümlülüğü getirilmiştir. Bu hüküm ile ihdas edilen delil elde etme yasağı,
kişinin kendisi veya yakınları aleyhine delil vermeye zorlanamaması ilkesinin
(nemo tenetur se ipsum accusare) mevzuatımızdaki bir yansımasıdır.
IV.
BÖLÜM
DELİL YASAKLARINA İLİŞKİN ÖRNEK YARGI
KARARLARI
1. YARGITAY KARARLARI İNCELEMELERİ
1) Yargıtay 1. Ceza Dairesi bir kararında;
kollukta ifade vermeyeceğini açıkça belirten sanıkla, sohbet havasında yapılan
konuşmanın, habersiz olarak videoya kaydedilmesi olayında, video kasetinin
kanıt olarak hükme esas alınamayacağını açıkça belirtmiştir. Kararda; sanığın,
aldatılarak özgür iradesiyle savunma yapması engellendiği ve CYY’nin 135/a
maddesinde sayılan yasak yöntemlerden “aldatma” yoluyla elde edildiği
için video kasetindekilerin kanıt olarak kabul edilip, değerlendirilerek
hükümlülük kararı verilemeyeceği vurgulanmıştır. Bu nedenlerle, Yüksek 1. Ceza
Dairesi’nce, “...Sanık C.’nin ikrarını içeren video kasetinin tamamı hukuken
geçersiz kabul edilerek, bunun dışındaki delillerin (kanıtların)
değerlendirilmesi suretiyle, oluşacak kanaate göre sanıkların hukuki
durumlarının tayin edilmesi gerekirken, gerekçede yazılı olduğu şekilde yasak
yöntemlerle elde edildiğinde şüphe bulunmayan delile (kanıta) dayanılarak hüküm
kurulması suretiyle, CMUK’nın 3842 sayılı Kanun ile değişik 135/a ve 254/2.
maddelerine muhalefet edilmesi nedeniyle…” hükmün bozulmasına karar
verilmiştir.[49]
2) Yargıtay 7. Ceza Dairesi arama
işleminin hukuka aykırı olarak yapıldığına ilişkin 17.04.2007 tarihli
kararında;
“…
Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulu’nun 29.11.2005 gün, 2005/7-144 E. ve 2005/150
K. sayılı kararında da belirttiği üzere, soruşturma ve kovuşturma işlemleri
gerçekleştirildikleri tarihte yürürlükte bulunan usul kurallarına uygun
olmalıdır. Dosyada hakim tarafından verilmiş bir arama kararı mevcut ise de;
arama işleminin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nın arama
ile ilgili 97/II. maddesi hükmünde ‘hakim veya cumhuriyet savcısı
bulunmaksızın’ konut veya işyerinde ya da kapalı alanlarda arama yapabilmek
için ihtiyar heyeti azalarından veya komşularından iki kişinin bulundurulacağı
düzenlendiğinden, somut olayımızda bu hususa riayet edilmeden hukuka aykırı
olarak yapılmış bir arama sonucu elde edilen deliller de, suç tarihinde
yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK m.254’deki, ‘Soruşturma ve kovuşturma
organlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri deliller hükme esas
alınamaz.’ hükmü gereğince, Mahkemece geçerli bir delil olarak
gözetilemeyeceğinden ve sanık aleyhine mahkumiyeti gerektirecek başkaca da
yasal delil bulunmadığından, bu nedenlerle beraat kararı verilmesi gerekirken,
sanığın aramada ele geçen ürünler üzerindeki desenlerin tescilli olup
olmadığını kavrayabilecek ehliyete sahip olmadığı gerekçesiyle beraat kararı
verilmesi doğru değil ise de, açıklanan nedenlerle … beraat kararının
onanmasına karar verilmiştir.” gerekçesini ortaya koymuştur. Fakat Yargıtay
Ceza Genel Kurulu 26/06/2007 tarihli kararı ile 7. Ceza Dairesinin bu kararını
hatalı bir şekilde kaldırmış ve kararında; “… her şekle aykırılığın aynı
zamanda bir hak ihlaline de yol açacağı şeklindeki bir kabulün doğru olmadığı,
bu anlamda olayımızda olduğu gibi ‘hakim, savcı, iki ihtiyar heyeti üyesi veya
iki komşu’ bulunmadan yapılan bir aramada, CMUK m.97’ye şekli bir aykırılık söz
konusu ise de, herhangi bir hakkın ihlal edildiğini söylemenin son derece güç
olduğu, bu nedenlerle yapılan arama sonunda elde edilen bornozların CMUK m.254
kapsamında ‘hukuka aykırı olarak elde edilmiş delil’ olarak mütalaa edilmemesi
gerektiği, … usulüne göre alınmış arama kararına istinaden, herhangi bir hak
ihlaline neden olunmadan yapılan arama sonunda ele geçen delillerin, sırf arama
sırasında bulunması gereken kişilerin orada bulunmaması suretiyle şekle aykırı
hareket ettiğinden bahisle ‘hukuka aykırı olarak elde edilmiş delil’
sayılmaları ve mahkumiyet hükmüne dayanak teşkil edememeleri kabul edilemez.”
gerekçesine yer verilmiştir.[50]
Fakat CGK 25/11/2014 tarih, 2014/166-514 sayılı ve 28/04/2015 tarih,
2013/464-2015/132 sayılı kararlarında bu görüşünden vazgeçerek, hukuka aykırı
yapıldığı kabul edilen aramada elde edilen maddi delil dışındaki başkaca maddi
deliller ile desteklenmeyen ikrara dayanılarak mahkumiyet hükmü
kurulamayacağını belirtmiştir.[51]
3)
Yargıtay 7.Ceza Dairesinin 27/01/2015 tarihli kararında ‘’sanık ve kaçak eşya konusunda mahkemece verilmiş usulüne uygun bir
arama kararı olmadığı gibi gecikmesinde sakınca olduğu gerekçesi ile Cumhuriyet
Savcısı tarafından da verilmiş bir yazılı arama izni ya da Cumhuriyet Savcısına
ulaşılmaması nedeni ile kolluk amirince verilmiş yazılı arama emri de
bulunmaması karşısında hukuka aykırı arama sonucu ele geçen eşyanın yasak delil
niteliğinde olduğu, eşyanın kaçak olmasının durumu değiştirmeyeceği, sanığın
sigaraları ticari amaçla aldığına dair herhangi bir ikrarı da bulunmadığı
nazara alındığında Anayasa’nın 38/2, 5271 sayılı CMK’nın 206/2-a, 217/2, 230/1
madde ve fıkralarına göre hukuka aykırı surette elde edilen delillere
dayanılarak yazılı şekilde hüküm kurulması yasaya aykırıdır.’’ denilmiştir.[52]
Yine 7. Ceza Dairesinin bir kararında ‘’ ….gecikmesinde sakınca bulunduğundan söz
edebilmek için ilgili merciin; hakime başvurup, karar aldıktan sonra aramayı
uygulamak istemesi halinde, o aramanın uygulanamaz duruma düşmesi ya da
uygulanması halinde dahi beklenen faydanın elde edilememesi söz konusu
olmalıdır. Somut olayımızda ise, sanığın işyerinde arama yapılmasan önce hakim
kararı alınmamıştır. Öte yandan kolluk tarafından düzenlenen tutanaklarda
gecikmesinde sakınca bulunan bir halden de söz edilmemiştir. Kaldı ki Salihli
gibi bir ilçe merkezinde bir işyerinde çalışma gün ve saatleri içerisinde hakim
kararı alınmasının gecikmede sakınca yaratacağını düşündürecek bir belge ve
bilgi de dosya içerisinde bulunmamaktadır. Dolayısıyla C.Savcısı ve kolluğun
arama konusundaki istisnai yetkisinin doğabilmesi için yasal koşullar oluşmadan
gerçekleştirilen bu arama işleminin hukuka aykırı olduğu anlaşılmaktadır’’
şeklinde karar verilmiştir.[53]
Bu halde de hukuka aykırı arama neticesinde elde edilen deliller muhakemede
kullanılamayacaktır.
Görüldüğü üzere hem Yargıtay Ceza Daireleri hem de
Ceza Genel Kurulu son zamanlarda verdikleri kararlar ile hukuka aykırı elde
edilen deliller bakımından hak ve özgürlüklerin korunmasını ön plana çıkaran
kararlar vermeye başlamıştır. Delil yasakları hususunda CMK’da yer alan
düzenlemeler göz önüne alındığında dairelerin ve genel kurulun bu yaklaşımı son
derece isabetlidir.
2. ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI İNCELEMELERİ
1) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca,
Anayasa Mahkemesi’ne bir siyasi parti hakkında temelli kapatma davası
açılmıştır. Daha sonra, bu siyasi parti kapatma davası ile ilgili olarak, parti
genel başkanı ile parti yetkilisi arasında araç telefonu ile yapılan konuşmanın
kaydedildiği kasetin, isminin açıklanmasını istemeyen bir kişi tarafından
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na verilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı’nca, bu kaset Anayasa Mahkemesi’ne, kanıt olarak değerlendirilmek
üzere sunulmuştur. Anayasa Mahkemesi, bu kasetin kanıt olarak değerlendirilip
değerlendirilmeyeceğini tali dava olarak ele alıp incelemiştir.
Yüksek mahkeme önce, yargı yerlerince uyuşmazlık
konusu eylem ya da hukuki olayın gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanmasında,
bir kanıtlama aracı olan kanıtın (delilin) hükme esas alınabilmesi için,
yasalarla kullanılmasına izin verilmesinin gerekli olduğunu özellikle
vurgulamıştır.
Daha sonra, CYY’nin 254. maddesinin ikinci
fıkrasında, “soruşturma ve kovuşturma organlarının hukuka aykırı şekilde
elde ettikleri kanıtlar hükme esas alınamaz” kuralına yer verildiğini
belirtmiştir. Bu kuralla, hukuka aykırı biçimde sağlanan kanıtların hükümde göz
önüne alınmaması amaçlandığından, söz konusu kanıtların, üçüncü kişiler
tarafından sağlanmasının hukuka aykırılığını ortadan kaldıramayacağını Anayasa
Mahkemesi, kararında
açıklamıştır.
Ayrıca, kanıtın elde ediliş biçimi, kişilerin Anayasa ile tanınmış haklarını
ihlal ediyorsa, onun hukuka aykırı olarak elde edildiğinin kabulü gerekeceğini
belirtmiştir.
Yüksek mahkeme; “Anayasa’nın 22. maddesine göre,
herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır.
Kanun’un açıkça gösterdiği hallerde usulüne göre verilmiş hakim kararı
olmadıkça, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de Kanun’la yetkili kılınan
merci emri bulunmadıkça; haberleşme engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz.
İstisnaların uygulanacağı kamu kurum ve kuruluşları kanunla belirlenir” ilkelerine
değinmiştir. Daha sonra da bu ilkeler bağlamında, “iddianameye eklenen
deliller arasında yer alan ve üçüncü kişiler tarafından getirildiği belirtilen
parti genel başkanı ile partinin diğer yetkilisi arasındaki araç telefonundan
yapılan konuşma kaydının, Anayasa’nın 22. maddesinde belirtildiği biçimde,
usulüne uygun bir yargıç kararına ya da kanunla yetkili kılının merciin emrine
dayanmadığı, bu nedenle de haberleşme özgürlüğünü ihlal ettiği açık
olduğundan,
hukuka uygun olarak elde edilmediği sonucuna varılan söz konusu konuşmaya ait
kasetin, CYY’nin 254. maddesinin ikinci fıkrası gereğince hükme esas
alınmamasına” oyçokluğuyla karar vermiştir.[54]
2)
Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruya konu bir kararında başvurucu, mahkumiyetin hukuka aykırı yöntemlerle
elde edilen delillere dayandırılması hususunda bireysel başvuruda bulunmuştur.
Uyuşturucu temin etme suçundan mahkum olan sanık, o gece kaldığı otel odasında
yapılan aramada o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişinin
bulundurulmadığını, bu sebeple arama işleminin de hukuka aykırı olduğunu iddia
etmiştir. Bu iddia Mahkemenin ‘’ …somut
olayda, Cumhuriyet savcısının yazılı emri üzerine, başvurucunun kaldığı otel
odasında başvurucu ve bir işlem tanığının huzurunda arama işlemi icra
edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin Jakop Gabriel (B.
No: 2013/2392, 15/4/2015) kararında belirtilen "adli arama esnasında elde edilen
delillere" ilişkin ilkeler temelinde yapılan değerlendirmede,
aramanın elde edilen delillerin güvenilirliğine zarar vermediği ve bu delillerin
hükme esas alınmasının yargılamanın adilliğini zedelemediği görüldüğünden,
başvurucunun bu delillere yönelik iddialarının da dayanaksız olduğu
görülmektedir.’’ şeklindeki gerekçesi ile kabul edilebilir bulunmamıştır. [55]
3) Benzer bir ihlal iddiası ile yapılan başka bir bireysel başvuruda, başvurucu avlanması yasak av hayvanlarına ilişkin unsurları bulundurduğu gerekçesiyle aleyhine açılan tazminat davasının kabulüne karar verildiğini ve hukuka aykırı delillerin hükme esas alındığını belirterek, adil yargılanma ve özel yaşama saygı hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yeniden yargılanma talep etmiştir. Başvurucuya ait olduğu iddia edilen taşınmazda mahkeme kararına dayanarak yapılan aramada, bir kısmı Türkiye'de yaşamayan yaban hayvanlarına ait post vd. unsurlar bulunmuş, bu durumu tespit etmek üzere tutanak düzenlenmiş ve bu tutanak sadece jandarma görevlileri ve Milli Parklar orman mühendisince imzalanmıştır. Arama esnasında mahal ihtiyar heyetinden veya komşulardan kimse bulunmamıştır. İdarece başvuru aleyhine açılan tazminat davasında başvurucu tazminat ödemeye mahkum edilmiştir. Başvurucunun aramada ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulmadığını, arama sonucunda elde edilen hukuka aykırı delillerin hükme esas alındığı, bu nedenlerle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyetler için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmadığı gerekçesi ile Mahkeme başvurunun bu bölümü için kabul edilebilirlik kararı vermiştir. Sonuç olarak ise Mahkeme, ‘’ somut olayda, koruma tedbiri niteliğindeki arama kararının icrasının hukuka aykırı şekilde gerçekleştirilmesi ile elde edilen delillerin tek ve belirleyici delil olarak kullanılmasının bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelediği ve aramanın icrasındaki "kanuna aykırılığın" yargılamanın bütünü yönünden adil yargılanma hakkını ihlal eder nitelikte olduğu kanaatine varılmıştır. Bu sebeplerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına adil yargılanma hakkını ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.’’ şeklinde karar vermiştir.[56]
3. AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ KARARLARI İNCELEMELERİ
1) AİHM, hukuka aykırı bir biçimde elde
edilen bir kanıtın hüküm verirken kullanılmasının, tek başına sözleşmenin 6.
maddesine aykırılık oluşturmayacağını, ancak somut olaya göre aykırılık
oluşturabileceğini kabul etmektedir. 12.07.1988 tarihli Schenk-İsviçre davasında
Mahkeme, ulusal mahkemeler tarafından hukuka aykırı olduğu kabul edilen telefon
görüşmesi kaydının, görüşmeyi gerçekleştiren kişinin bilgisi ve izni olmadan
kayda alınmasını, Sözleşmenin 8. maddesini ihlal ettiğini belirtmiştir. Ancak,
bu kaydın mahkumiyetin tek dayanağı olmaması ve başvurucuya kaydın gerçekliğine
itiraz etme imkanı verilmiş olması gibi sebeplerle, yargılamada sanık
haklarının göz ardı edilmediğini tespit eden Mahkeme, hukuka aykırılığı iç
hukukta da sabit görülen bir delilin, yargılamayı tek başına dürüst yargılanma
hakkına aykırı hale getirmediği sonucuna ulaşmıştır.[57]
2) Yine benzer bir
kararında AİHM, başvurucunun evine yerleştirilen dinleme cihazı dolayısıyla
elde edilen kayıtların, başvurucunun 8. madde ile korunan özel hayatın
gizliliği ilkesini ihlal ettiğini belirttikten sonra, bu kayıtların ilgili
ülkenin iç hukukunda hukuka aykırı kabul edilmemesi ve tek başına bu kayıtlara
dayanarak mahkumiyet hükmü kurulmasının adil yargılanma hakkını ihlal etmediği
sonucuna ulaşmıştır.[58]
3) İnsan Hakları Avrupa
Mahkemesi Gaefgen-Almanya kararında, bir erkek çocuğunun kaçırılıp öldürülmesi
olayında, kaçırılan çocuğun yerinin tespit edilmesi amacıyla polis tarafından
sanığa yapıldığı anlaşılan baskı ve basit düzeyde fiziksel şiddetin sonucunda
elde edilen bilgi ve bulguların somut olayın özellikleri ışığında ceza
yargılaması hukuku açısından hukuka aykırı olmadığına yoğun tartışmalarla ve
oyçokluğu ile karar vermiştir. Mahkeme, sanıktan zorla elde edilen beyanın
delil olarak kullanılamayacağını, ancak sırf hayatta olduğu zannedilen çocuğun
yerini bulmak ve bu çocuk lehine meşru savunmanın yapıldığından hareketle hukuka
uygunluğun varlığını kabul etmiştir. Mahkeme, hukuka aykırı şekilde sanıktan
elde edilen beyanın yargılamada delil olarak kullanılamayacağını, fakat bu
yolla elde edilen ceset ile üzerindeki bulguların yan delil olduğunu kabul
ederek, bunların sanık aleyhine delil olarak kullanılması ile İnsan Hakları
Avrupa Sözleşmesi’nin 6. maddesine yönelik ihlalin gerçekleşmediğine karar
vermiştir.[59]
Mahkeme yine burada iç hukukta savunulan uygulamayı esas alarak karar
vermiştir. Halbuki sanığın maruz kaldığı muamele sözleşmenin 3.maddesini açıkça
ihlal niteliğindedir.
4) Mahkeme başka bir
kararında m.3’e aykırı olarak elde edilen delillerin sanık aleyhine kullanıp
kullanılamayacağı hususuna yer vermiştir. Uyuşturucu satıcısı olan sanığa
kolluk tarafından zorla emetizan (kusturucu ilaç) verilerek suça konu
uyuşturucu maddelerin bulunduğu yer tespit edilmiş ve suç eşyaları ele
geçirilmiştir. Bu kararında AİHM, ‘’yetkililerin, başvurana acı ve ıstırap verme gibi bir kastı
olmamasına rağmen, delillerin, AİHS tarafından güvence altına alınan en temel
haklarından birini ihlal eden bir yöntemle elde edildiğini kaydetmiştir.
Ayrıca, tartışma konusu tedbirlerle ele geçirilen uyuşturucuların başvuranın
mahkumiyetinin sağlanmasında belirleyici unsur olduğu taraflar arasında ortak
nokta oluşturmuştur. Tartışma konusu tedbirle elde edilen ilaçların delil
olarak kullanılmasına karşı, başvurana, kendisinin daha sonra faydalandığı
itirazda bulunma imkanının tanındığı hususu gerçek olduğu gibi itiraz da
görmemiştir. Ancak, başvurana emetizan (kusturucu ilaç) verilmesinin yerel
hukuk tarafından yetkilendirildiğini değerlendiren ulusal mahkemeler, söz
konusu delili kabul etmeme yönünde bir takdir yetkisi kullanamazdı. Ayrıca,
başvuranın mahkûmiyetinin sağlanmasındaki kamu yararı, söz konusu delilin
davada kullanılmasına izin verecek ölçüde önemli olarak değerlendirilemez.
Yukarıda kaydedildiği gibi, kullanılan tedbir, nispeten küçük ölçekli
uyuşturucu satıcılığı yapan ve sonradan, ertelenmiş altı aylık hapis cezası ve
şartlı tahliye alan bir sokak satıcısını hedef almıştır.’’ şeklinde
açıklamada bulunmuştur. Bu koşullar altında, AİHM, başvurana zorla emetizan
verilmesi yoluyla ele geçirilen uyuşturucuların delil olarak kullanılmasının,
başvuranın davasını bütünüyle adaletsiz kıldığı kararını vermiştir.[60]
Görüldüğü
üzere AİHM hukuka aykırı elde edilen delillerin değerlendirilebilmesi hususunda
şu iki hususu göz önüne almaktadır. İlki,
delil elde edilmesinde iç hukuka aykırılık bulunup bulunmadığı; ikinci
olarak ise, delil iç hukuka aykırı olarak elde edilse dahi somut olayın
özelliklerine göre bazı hallerin varlığı halinde bu delilin kullanılabileceğidir.
ilk iki kararda da AİHS m.8 kapsamında özel hayatın gizliliği hakkının ihlal
edildiği açıktır ve mahkemece kabul de edilmektedir. Fakat mahkeme m.8 ihlal
edilerek elde edilen delillerin m.6 kapsamında adil ve hakkaniyete uygun
yargılanma hakkını ihlal etmediği sonucuna varmıştır. Sonraki iki kararda ise,
atılı suçun vasıf ve mahiyetine göre ve hukuka aykırı delillerin uzak etkisi
kapsamında m.3’e aykırı eylemleri değerlendirme yoluna gitmiştir. Söz konusu
kararlar açısından baktığımızda mahkeme sözleşmenin 3.maddesinin ihlalinde gösterdiği
özen ve hassasiyeti, 8.maddenin ihlali ile elde edilen deliller bakımından
göstermemektedir. Mahkeme m.3’ün ihlali ile elde edilen delillerin yargılamada
kullanılmasını adil yargılanma hakkının ihlali görürken, m.8’e aykırı olarak
elde edilen delilleri bazı hallerin varlığı halinde kullanılmasını adil
yargılanma hakkını ihlal etmediği görüşü tutarsızdır ve sözleşmenin maddeleri
arasında birini diğerine üstün tutma sonucunu doğuracaktır.[61] Bu nedenle mahkeme 3.ve
8.maddelere aykırı şekilde elde edilen delillerin yargılamada kullanılmasını,
bu deliller ilgili ülkenin iç hukukunda hukuka aykırı kabul edilsin ya da
edilmesin, adil yargılanma hakkı kapsamında incelemelidir.
5)
Mahkeme bir kararında müdafiden yararlanmaksızın yapılan itirafların yasak
deliller kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. AİHM, nedeni
her ne olursa olsun, sorgulamalar sırasında adli yardımdan yoksun bırakılan
başvuranın, daha sonra telafi edilemeyen savunma haklarının ihlâlinden dolayı
mağdur edildiğine kanaat getirmektedir. Yargıtay’ın söz konusu eksiklikleri
telafi etmemiş olması sebebiyle olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde dava
konusu yargılama sırasında, 6.maddede öngörülen adil yargılanma hakkının ihlal
edildiği sonucuna varmıştır.[62]
Ele aldığımız AİHM kararlarından da anlaşılacağı
üzere, hukuka aykırı olarak elde edilen deliller, sözleşmede öngörülen
haklardan birini ihlal etmekle birlikte (örneğin m.3, m.8 gibi), en nihayetinde
bu delillerin muhakemede kullanılması ile m.6’da düzenlenen adil yargılanma
hakkı ihlal edilmektedir. Özellikle m.6/3’te sayılan yükümlülükler ile CMK
m.147 hükmü birbiri ile uyumludur. Gerçekten de AİHS m.6/3 kapsamında
aydınlatma yükümlülüğüne uygun hareket edilmesi hususuna önem vermiştir. Bu
kapsamda Kamasinski-Avusturya kararında, ‘’
…6/3-e maddesi “bir suçla suçlanan” ve mahkemede kullanılan dili anlamayan veya
konuşamayan bir kimsenin, kendisi hakkında başlatılan yargılamada yer alan ve
davanın hakkaniyete uygun olarak görülmesi hakkından yararlanmak için anlaması
veya mahkeme diline çevirtmesi gerekli olan tüm belgelerin ve ifadelerin
tercümesi veya çevirisi için bir tercümanın yardımından para ödemeksizin
yararlanma hakkı olduğuna işaret etmektedir...’’ denilerek bu hususa değinilmiştir.[63]
SONUÇ
Görüldüğü üzere ceza muhakemesi hukuku açısından
maddi gerçeğe ulaşmak için delillerin, daha doğrusu hukuka uygun delillerin
varlığı büyük önem taşımaktadır. Bu yüzden muhakeme hukukunun amacı salt mutlak
gerçeğe ulaşmakla sınırlı kalmamakta, bu amaca insan hak ve özgürlüklerini
ihlal etmeyecek şekilde, kanunun ve hukukun çizdiği sınırlar içinde ulaşması
gerekmektedir.
Bu bağlamda hem mağduriyetlerin
engellenmesi hem de yargılananların haklarının korunması arasındaki hassas
dengeye her zaman dikkat edilmek zorundadır. Söz konusu durumun en uygun çözümü
de hukukun tam ve etkin olarak uygulanmasıdır. Somut tartışma konusu açısından
ne temel hak ve özgürlükler mutlak delil bulma anlayışı içinde feda edilmeli ne
de yalnızca hakları korumak adına hukuktan vazgeçilmelidir.
Hem Anayasamızda hem de Ceza Muhakemesi
Kanunumuzda yer alan ilgili düzenlemeler tereddüde yer vermeyecek kadar açık
bir dilde ve sistematikte ele alınmıştır. Hukuka aykırılığın sonuçları yoruma
yer vermeksizin yine kanun hükmü ile çözümlenebilecek sadeliktedir.
Sonuç olarak hukuka aykırı bir delil her
hal ve koşulda reddedilmeli, dosyada ayrı bir bölüme konup inceleme dışı
bırakılmalıdır. Herhangi bir etkilenmeyi engellemek adına da soruşturmada
savcılık, kovuşturmada mahkeme öncelikle delilin hukuksallığını tartışmalıdır.
Hukuka aykırı elde edilen delillerin muhakemede kullanılması yollarını,
çözümlerini aramak; buna yönelik yorumlarda bulunmaktan önce, delil elde etme
faaliyetlerinde gerek kolluğu gerekse muhakeme makamlarını hukukun sınırları
içinde tutma konusunda gayret göstermek, insan hak ve özgürlüklerinin korunması
açısından daha isabetli ve faydalı olacaktır.
KAYNAKLAR
A- KİTAPLAR
Cengiz, Serkan; Demirağ,Fahrettin; Ergül, Teoman; Jeremy McBride; Tezcan, Durmuş;
AİHM Kararları Işığında Ceza Yargılaması Kurum ve Kavramları, Şen
Matbaa, 1.Baskı, Ankara, 2008.
Centel, Nur; Zafer,
Hamide; Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınları, 12.Baskı, İstanbul, 2015.
Claus, Roxin; (çeviren: Ünver, Yener), Strafverfahrensrecht – Juristische Kurz-Lehrbücher.,
25. Auflage, München, 1998.
Özboyacı, Alper; Delil Yasakları, Kazancı Hukuk
Yayımevi, 1.Baskı, İstanbul, 2008.
Öztürk, Bahri; Tezcan,
Durmuş; Erdem, Mustafa Ruhan; Sırma, Özge; Saygılar, Yasemin Filiz; Alan,
Esra; Nazari ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin Yayınevi, 1.Baskı,
Ankara.
Öztürk, Bahri; Tezcan,
Durmuş; Erdem, Mustafa Ruhan; Sırma Gezer, Özge; Saygılar Kırıt, Yasemin Filiz ; Özaydın, Özdem; Alan Akcan,
Esra; Tütüncü, Efser Erden; Nazari
Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin Yayınları, 10.Baskı, Ankara, 2016.
Ünver, Yener; Hakeri,
Hakan; Ceza Muhakemesi Hukuku, Adalet Yayınevi, 12.Baskı, Ankara, 2016.
Yenisey, Feridun; Nuhoğlu, Ayşe; Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin Yayınevi, 3. Baskı, Ankara, 2015.
B- MAKALELER
Aksoy
İpekçioğlu,
Pervin; ‘’Gözaltında Alınan İfadenin Önemi ve Delil Değeri’’, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/1498/16512.pdf,
Akyürek, Güçlü; ‘’Ceza Yargılamasında Hukuka Aykırı
Delillerin Değerlendirilmesi Sorunu’’, http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2012-101-1198,
Bülbül, Duygu; ‘’Hukuka Aykırı Deliller’’, http://avduygubulbul.blogspot.com.tr/2013/07/hukuka-aykiri-deliller.html,
Çetin, Beytullah; ‘’Ceza Muhakemesi Hukukunda Yasak
Deliller’’, Konya Barosu Dergisi, Yıl:40, Sayı:22, Eylül 2012.
Çınar, Ali Rıza; ‘’Hukuka Aykırı Kanıtlar’’, TBB
Dergisi, Sayı:55, 2004.
Çınar, Muammer; Baş, Halime; ‘’Ceza Yargılamasında Hukuka Aykırı Delilleri
Değerlendirme Yasağı ve Usulsüz Ulaşılan Delillerin Akıbeti’’, http://www.muharrembalci.com/hukukdunyasi/makaleler/birikimlerI/73.pdf,
Koca, Mahmut; ‘’Ceza Muhakemesinde Hukuka Aykırı
Delilleri Değerlendirme Yasağı’’,http://eski.erzincan.edu.tr/birim/HukukDergi/makale/2000_1_8.pdf,
Soyaslan, Doğan; ‘’Hukuka Aykırı Deliller’’,
http://eski.erzincan.edu.tr/birim/HukukDergi/makale/2003_VII_2_2.pdf,
Şen, Ersan; ‘’İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin
‘Hukuka Aykırı Deliller’ Kavramına Yaklaşımı’’,https://tr-tr.facebook.com/notes/%C3%A7iler-nazife-ko%C5%9Far-hukuk-b%C3%BCrosu/insan-haklar%C4%B1-avrupa-mahkemesinin-hukuka-ayk%C4%B1r%C4%B1-deliller-kavram%C4%B1na-yakla%C5%9F%C4%B1m%C4%B1/177202365797744/
Uzunkaya, Esra; ‘’Yargı Kararları Işığında Türk Ceza
Yargılaması Hukukunda Delil Sistemi ve Değeri’’, http://www.insanihukuk.com/files/articles/esra-uzunkaya-yargi-kararlari-isiginda-turk-ceza-yargilamasi-hukukunda-delil-sistemi-ve-degeri.pdf_1357819159.pdf,
C- ELEKTRONİK KAYNAKLAR
www.barobirlik.org.tr
[2]
Çınar, Ali Rıza; ‘’Hukuka Aykırı Kanıtlar’’, TBB Dergisi, Sayı:55, 2004,
s.32-34.
[3]
Öztürk; Tezcan; Erdem; Sırma; Saygılar; Alan; a.g.e., s.33.
[4]
Centel, Nur; Zafer, Hamide; Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınları, 12.Baskı,
İstanbul, 2015, s.218.
[5]
Öztürk; Tezcan; Erdem; Sırma; Saygılar; Alan; a.g.e., s.265-266.
[6]
Öztürk, Bahri; Tezcan, Durmuş; Erdem, Mustafa Ruhan; Sırma Gezer, Özge;
Saygılar Kırıt, Yasemin Filiz ; Özaydın, Özdem; Alan Akcan, Esra; Tütüncü,
Efser Erden; Nazari Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin Yayınları,
10.Baskı, Ankara, 2016, s.391.
[7]
Öztürk; Tezcan; Erdem; Sırma Gezer; Saygılar Kırıt; Özaydın; Alan
Akcan;Tütüncü; a.g.e., s.391.
[8]
Ünver, Yener; Hakeri, Hakan; Ceza Muhakemesi Hukuku, Adalet Yayınevi, 12.Baskı,
Ankara, 2016, s.623.
[9] Uzunkaya, Esra; ‘’Yargı Kararları Işığında Türk Ceza Yargılaması
Hukukunda Delil Sistemi ve Değeri’’, http://www.insanihukuk.com/files/articles/esra-uzunkaya-yargi-kararlari-isiginda-turk-ceza-yargilamasi-hukukunda-delil-sistemi-ve-degeri.pdf_1357819159.pdf, s.5, Erişim Tarihi: 02.04.2020
[10]
Koca, Mahmut; ‘’Ceza Muhakemesinde Hukuka Aykırı Delilleri Değerlendirme
Yasağı’’, http://eski.erzincan.edu.tr/birim/HukukDergi/makale/2000_1_8.pdf,
s.107, Erişim Tarihi: 06.04.2020.
[11]
AYM’nin E.1999/2 (Siyasî Parti Kapatma), K.2001/2, K.T.22.6.2001 sayılı kararı,
http://kararlaryeni.anayasa.gov.tr/Karar/Content/0a6f1734-1ab5-49f7-aea8-77764a0fb3b7?excludeGerekce=False&wordsOnly=False,
Erişim Tarihi: 27.03.2020.
[12]
Öztürk; Tezcan; Erdem; Sırma Gezer; Saygılar Kırıt; Özaydın; Alan
Akcan;Tütüncü; a.g.e., s.396.
[13]
Ünver; Hakeri; a.g.e., s.643-644.
[14]
Soyaslan, Doğan; ‘’Hukuka Aykırı Deliller’’, http://eski.erzincan.edu.tr/birim/HukukDergi/makale/2003_VII_2_2.pdf,
s.15, Erişim Tarihi: 29.03.2020.
[15]
Claus, Roxin; (çeviren: Ünver, Yener), Strafverfahrensrecht – Juristische
Kurz-Lehrbücher., 25. Auflage, München, 1998, s.272-273, http://www.ticaret.edu.tr/uploads/kutuphane/dergi/s8/M00131.pdf,
Erişim Tarihi: 28.03.2020.
[16]
Bülbül, Duygu; ‘’Hukuka Aykırı Deliller’’, http://avduygubulbul.blogspot.com.tr/2013/07/hukuka-aykiri-deliller.html,
Erişim Tarihi: 28.03.2020.
[17]
Koca; a.g.m., s.108.
[18]
Öztürk; Tezcan; Erdem; Sırma Gezer; Saygılar Kırıt; Özaydın; Alan
Akcan;Tütüncü; a.g.e., s.396.
[19]
Koca; a.g.m., s.110-111.
[20]
Çetin, Beytullah; ‘’Ceza Muhakemesi Hukukunda Yasak Deliller’’, Konya Barosu
Dergisi, Yıl:40, Sayı:22, Eylül 2012, s.55.
[21]
Çetin; a.g.m., s.55.
[22]
Koca; a.g.m., s.111-112.
[23]
Akyürek, Güçlü; ‘’Ceza Yargılamasında Hukuka Aykırı Delillerin
Değerlendirilmesi Sorunu’’, s.68, http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2012-101-1198,
Erişim Tarihi: 05.04.2020
[24]
Çınar, Muammer; Baş, Halime; ‘’Ceza Yargılamasında Hukuka Aykırı Delilleri
Değerlendirme Yasağı ve Usulsüz Ulaşılan Delillerin Akıbeti’’, s.333, http://www.muharrembalci.com/hukukdunyasi/makaleler/birikimlerI/73.pdf,Erişim
Tarihi:20.03.2020
[25]
Yenisey, Feridun; Nuhoğlu, Ayşe; Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin
Yayınevi, 3. Baskı, Ankara, 2015, s.547.
[26]
Koca; a.g.m., s.117.
[27]
Koca; a.g.m., s.119.
[28]
Yenisey; Nuhoğlu; a.g.e., s.548.
[29]
Koca; a.g.m., s.120.
[30]
Yenisey; Nuhoğlu; a.g.e., s.547-548.
[31]
Öztürk; Tezcan; Erdem; Sırma Gezer; Saygılar Kırıt; Özaydın; Alan
Akcan;Tütüncü; a.g.e., s.397.
[32]
Öztürk; Tezcan; Erdem; Sırma Gezer; Saygılar Kırıt; Özaydın; Alan
Akcan;Tütüncü; a.g.e., s.399-400.
[33]
Yenisey; Nuhoğlu; a.g.e., s.552.
[34]
Ünver; Hakeri; a.g.e., s.648.
[35] Şen, Ersan; ‘’İnsan Hakları Avrupa
Mahkemesi’nin ‘Hukuka Aykırı Deliller’ Kavramına Yaklaşımı’’, s.2, https://tr-tr.facebook.com/notes/%C3%A7iler-nazife-ko%C5%9Far-hukuk-b%C3%BCrosu/insan-haklar%C4%B1-avrupa-mahkemesinin-hukuka-ayk%C4%B1r%C4%B1-deliller-kavram%C4%B1na-yakla%C5%9F%C4%B1m%C4%B1/177202365797744/, s.2, Erişim Tarihi: 21.03.2020
[36]
Öztürk; Tezcan; Erdem; Sırma Gezer; Saygılar Kırıt; Özaydın; Alan
Akcan;Tütüncü; a.g.e., s.391-392.
[37]
Akyürek; a.g.m., s.65-66.
[38]
Soyaslan; a.g.m., s.17.
[39]
Öztürk; Tezcan; Erdem; Sırma Gezer; Saygılar Kırıt; Özaydın; Alan
Akcan;Tütüncü; a.g.e., s.397-398.
[40]
Yenisey; Nuhoğlu; a.g.e., s.551-552.
[41]
Ünver; Hakeri; a.g.e., s.645.
[42]
Aksoy İpekçioğlu, Pervin; ‘’Gözaltında Alınan İfadenin Önemi ve Delil Değeri’’,
s.67, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/1498/16512.pdf,
Erişim Tarihi: 19.03.2020
[43]
Öztürk; Tezcan; Erdem; Sırma Gezer; Saygılar Kırıt; Özaydın; Alan
Akcan;Tütüncü; a.g.e., s.394.
[44]
Koca; a.g.m., s.125.
[45]
Çınar; a.g.m., s.38.
[46]
Öztürk; Tezcan; Erdem; Sırma Gezer; Saygılar Kırıt; Özaydın; Alan
Akcan;Tütüncü; a.g.e., s.395.
[47]
Yenisey; Nuhoğlu; a.g.e., s.464.
[48]
Ünver; Hakeri; a.g.e., s.387.
[49]
1.CD. E. 2003/3819, K. 2004/299, T. 16/02/2004, Özboyacı, Alper; Delil
Yasakları, Kazancı Hukuk Yayımevi, 1.Baskı, İstanbul, 2008, s.131.
[50]
7.CD. E. 2007/10476, K. 2007/2703, T. 17/04/2007 ve CGK, E. 2007/7-147, K.
2007/159, T. 26/06/2007, Uzunkaya,; a.g.m., s.10.
[51]
Karar için bknz., https://web.facebook.com/notes/y%C3%BCksek-mahkeme-i%C3%A7tihatlar%C4%B1/yarg%C4%B1tay-cgk-e-2013464-k-2015132-arama-s%C4%B1ras%C4%B1nda-bulunmas%C4%B1-gereken-ki%C5%9Filerin-bul/1189117547774450/?_rdr,
Erişim Tarihi: 04.04.2020
[52]
7. CD. E/K. 1736/1591, T. 27/01/2015, Ünver; Hakeri,; a.g.e., s.398.
[53]
7.CD. E/K. 5671/1111, T. 22/02/2007, Ünver; Hakeri; a.g.e., s.398.
[54]
AYM, E. 1999/2, K. 2001/2, T.22/06/2001, Çınar,; a.g.m., s.49-50.
[55]AYM,
Deniz Seki Başvurusu, B.No: 2014/5170, T. 25/06/2015, http://www.kararlaryeni.anayasa.gov.tr/BireyselKarar/Content/55b89daa-8cba-4d5a-8470-bbd96bd7c13f?wordsOnly=False,
Erişim Tarihi: 06.04.2020
[56]
AYM, Yaşar Yılmaz Başvurusu, B.No: 2013/6183, T. 19/11/2014, http://kararlaryeni.anayasa.gov.tr/BireyselKarar/Content/6ee60c82-abe5-4af7-884d-5fa5c4eeeb30?wordsOnly=False,
Erişim Tarihi: 28.03.2020
[57]
AİHM, Schenk-İsviçre Kararı, 12/07/1988, Şen; a.g.m., s.3-4.
[58]
AİHM, Khan-Birleşik Krallık, 12/05/2000, Cengiz, Serkan; Demirağ, Fahrettin;
Ergül, Teoman; Jeremy McBride; Tezcan, Durmuş;
AİHM Kararları Işığında Ceza Yargılaması
Kurum ve Kavramları, Şen Matbaa, 1.Baskı, Ankara, 2008, s.159, http://www.anayasa.gov.tr/files/insan_haklari_mahkemesi/kitaplar/cezayargilamasi.pdf, Erişim Tarihi:28.03.2020
[59]
AİHM, Gaefgen-Almanya, 30/06/2008, Şen; a.g.m., s.4.
[60]
AİHM, Jalloh-Almanya, 11/07/2006, Cengiz; Demirağ; Ergül; Jeremy; Tezcan;
a.g.e., s.153-154.
[61]
Şen; a.g.m., s.6.
[62] AİHM, Kolu-Türkiye, 02/08/2005, Cengiz; Demirağ; Ergül; Jeremy; Tezcan;
a.g.e., s.162.
[63]
AİHM, Kamansinski-Avusturya,
19/12/1989, Cengiz; Demirağ;
Ergül; Jeremy; Tezcan; a.g.e., s.167.